23 Şubat 2022 Çarşamba

KİM VAR İMİŞ BİZ BURADA YOĞ İKEN-2 ZİHNİ SİNİR PROJELER BİR ZİHNİ DERİN HÜLYASI MIYDI?

 

ZİHNİ SİNİR[1] çizgisel tiplemesini yaratan İrfan SAYAR’ a şöyle bir soru sorsak ne derdi acaba?

“Yarattığınız bu tiplemede Zihni DERİN size esin kaynağı olmuş olabilir mi?”

Bu soruyu İrfan SAYAR’a daha önce soran oldu mu, bilemiyorum.

Ama kendisine sadece “Zihni DERİN’i” tanıyıp tanımadığını yazılı olarak sorduğumda, aldığım cevap çok kısa olarak “Evet, tanıyorum, Türkiye’ye çayı getiren kişidir” şeklindeydi.

Aslında ben biraz da beklentimin üzerinde bir cevap bekliyordum, yani ZİHNİ SİNİR tiplemesine uyan bir beklenti.

İrfan SAYAR’ ın ZİHNİ SİNİR ‘i ile değerli insan, Türkiye’de çayın babası, Cumhuriyet’e kanat gerenlerden Zihni DERİN arasında sadece “Zihni” kelimesi benzerliğinden başka ne olabilirdi ki?

Soru tam da budur?

Yukarıdaki soruyu, yani esinlenme sorusunu doğrudan İrfan SAYAR’a soramazdım, varsa bir karşılığı bunu İrfan SAYAR’dan bekledim, elbette beklentimi yüksek tutarak.

Yani Karacaoğlan’ın deyişinde olduğu gibi “Kim var imiş biz burada yoğ iken”, acaba İrfan SAYAR’ın tiplemesi ZİHNİ SİNİR’den önce buralarda Zihni DERİN mi vardı?

Biz Zihni DERİN’in var olduğunu biliyoruz. Bunu yazımızın sonuna bırakalım.

Ancak bu topraklarda Zihni DERİN’den önce de, bir bakıma İrfan SAYAR’dan önce de “Zihni Sinir” pratikleri, projeleri, proceleri olan insanlar vardı.

En eski tarihten başlayalım.

ENVER PAŞA’NIN ZİHNİ SİNİR PROJE VE PRATİKLERİ

Hemen Sarıkamış’tan söz edeceğimi düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz.

Sarıkamış Faciası asla bir “Zihni Sinir” pratiği değildi.

Bir pratiğin, uygulamanın Zihni Sinir olabilmesi için ya insanı sinirden delirten bir hale getirmesi veya hayret ve umuttan yüreğinde sıcaklık hissettirmesi gerekir.

PRATİK 1

FRENGİLİ AMELE TABURLARI

Bitmeyen savaşlardan yılan, bir türlü rahat yüzü göremeyen asker cepheye gitmemenin, firar etmenin türlü yollarını arar ve bulur da kendine göre.

“Firar meselesi öyle bir şekil almıştı ki bugün bir firariyi idam eden manga eratından bazıları, ertesi günü kendileri kaçıyorlardı. Yani idam cezası dahi müessir olamıyordu.

Bazıları kasten frengi hastalığı alarak askerlikten kurtulmaya teşebbüs ediyorlardı. Nihayet frengili amele taburları teşkiline mecbur olduk.”[2]

Bir ulus, koskoca bir imparatorluk ordusu için ne kadar onur kırıcı proje ve pratik.

PRATİK 2

KADINLARI DA ASKER EDİN

“Bulgar cephesi bozulduktan sonra, bunların yerini tutmak için, Alman kıtaatı sevkiyatına başlandı. Enver Paşa bana Çatalca istihkamatını, talim görmüş kadınlara vererek, oradaki askerlerin de cepheye gönderilmesi emrini verdi. Tatbiki kabil olmayan bu emri ifa eder gibi göründükse de tatbik etmedik. Zaten buna zaman da kalmadı.”[3]      

Proje var, ama pratik yok.

AHMET SAY’IN BANDO PRATİĞİ

Ahmet SAY Fazıl SAY’ın babasıdır. Onun hazırlamış olduğu kült eser “Müzik Ansiklopedisi” ve müzik üzerine yazmış olduğu diğer kitaplar hala aşılamamıştır.

Türkiye’de “Arap Kaymakam”, Libya’da ise (Libya’nın ilk başbakanı) “Türk Başbakan” olarak bilinen Sadullah KOLOĞLU Türkiye’de kaymakamlık ve valilik yaptığı sürede hepsi birer “Zihni Sinir proje ve pratik” olan çalışmalarını Bingöl valisiyken de sürdürür.

“Şimdi söyleyeceğime çok şaşacaksınız, nitekim ben de ilk öğrendiğimde çok şaşmıştım, okulumuzda bir de –İngilizce de bilen- musiki öğretmeni bulunuyordu. Nasıl olmuş ve ne gerekçeyle Bingöl’e atamışlar, bilemiyordum. Fazla derinine girmeden, hemen işbirliği yapıp, vilayet ve belediyenin odacılarından bir bando takımı kurduk. Daha da inanamayacaksınız ama onlara yaz günleri halk bahçesinde konserler verdiriyorduk. Yerli halkın hele çocukların ne denli ilgi gösterdiklerini hiç unutamam. Müziğin kalitesi konusunda yorumda bulunmak benim haddim değil, ancak savaşın çok uzağında olduğu için bunalımı zaten hissetmeyen halkın bayağı bir keyif yaşadığını söyleyebilirim.”[4]

Sözü edilen müzik öğretmeni Fazıl SAY’ın babası Ahmet SAY’dır.

Proje ve pratik mükemmel.

MAHMUT MAKAL’IN ISTAMPA PRATİĞİ

Bu aslında bir Mahmut MAKAL pratiği değil, onun “Bizim Köy” romanında geçen muhtarın pratiğidir.

“Köy odalarında, duvarları kaplayan zift gibi is tabakasının değerini bilmezdik. Meğer o da işe yararmış.

Delikanlının birisine bir ilmühaber yazdım. Muhtarın evine gidip mühürletti. Getirince baktım, muhtarın bastığı mühür, bükülmüş kağıdın her yanına sıvanmış.

Nedenini araştırdım. Muhtar, ıstampanın bulunuşundan habersiz olduğu için, tükenmez bir kaynak keşfetmiş; bütün duvarlar ıstampa! Hem de mürekkebi, tükenmez türden…”[5] 

Proje yok, ama pratik kusursuz.

MUZAFFER İLHAN ERDOST’UN ŞEMDİNLİ’DE KAĞNI PRATİĞİ

Muzaffer ERDOST kardeşi İlhan katledildikten sonra onun adını da alarak, kendi adını MUZAFFER İLHAN ERDOST olarak değiştirdi.

Veterinerdir Muzaffer İlhan ERDOST. Askerliğini 1963-64 yıllarında veteriner yedek subay olarak Şemdinli’de yapar.

Muzaffer İlhan ERDOST’un okul yapılan köylerin birinde gördüğü sıradan bir şey ora köylüleri için tam da “Zihni Sinir” bir Porocedir.

“Bir yıl sonra, okul inşaatını görmek için Gare’ye gelmiştik. İşçiler taş duvar örüyordu. Taş yığınının yanında bir kağnı vardı. Küçük ve kaba tekerlekli idi. Boyunduruk ve zelveler. Köy kağnıya, kağnı köye şaşkın bakıyor gibi. İki uzak dünyanın yaratıkları sanki.

Müteahhit yanımıza geldi. “Hoş geldiniz” dedi. “Yüksekova’dan mı getirdin bu kağnıyı?” dedim. “Yok” dedi, “ben yaptım burada”. Artvinli imiş. Artvin’in Yusufeli ilçesinden. Adı: Nazım Korucu. Okul binası yapmaya başlamadan önce taş ocağı aramış. Köyün yukarısında yumuşak bir taş bulmuş. Bununla duvarları örerim demiş. Köyün aşağısında sert, granit bulmuş. Bu taşı da köşelerde kullanırım, demiş. Taşları okulun yapılacağı yere getirmek için kağnı gerek, kağnıyı çekecek öküz gerek, yol gerek.

“Eh…” dedim “köylüler yolunu elbirliği ile yapmışlardır artık…”

Güldü. “Ne yolumu yapması?” diyor Nazım Korucu, “Taş ocağı için köylü toplandı, para istemeye kalktı benden…”

Şimdi gökten düşmüş gibi bir kağnı Gare köyünün altında, üstünde gıcırdıyor. Önce çoluk çocuk toplanıp, “bu ne?” diye bakmışlar. Bakmışlar ki kendilerini ısırmıyor, ekmeklerini ellerinden kapmıyor, “Aptal” bir şey, pek önemsememişler, arkalarını dönüp oynamışlar.”[6]

Projeler o kadar olmasa da pratik hep şaşırtıcıdır. Yusufelili Nazım KORUCU şaşırtıyor.

…/…

Artık ZİHNİ SİNİR PROCELER’ e ilham veren Zihni DERİN’e doğru geliyoruz.

…/…

 


 ASIM ZİHNİOĞLU’NUN ÇAY PRATİKLERİ

PRATİK 1

DENİZ SUYUNDAN TUZ İHTİYACI

Çayın babası Zihni DERİN ise, kardeşi de Asım ZİHNİOĞLU’dur desek hiç de yalan olmaz.

1949-1954 yıllarında Rize Merkez Çay Fabrikası Müdürü olarak çalışan Asım ZİHNİOĞLU Rize çayını içim, lezzet, muhafaza vb her bakımdan, en üstün seviyeye çıkarabilmek için başta Hindistan olmak üzere çayın yetiştiği, çay kültürünün egemen olduğu bütün ülkelerde akademik ve pratik çalışmalar yapmıştır.

Birisi ZİHNİ DERİN, diğeri ise ZİHNİOĞLU.

Bir tesadüf değilse bu iki çay gönüllüsü insanı kelimelerin ötesinde buluşturan nedir acaba?

Asım ZİHNİOĞLU çay için yurtdışına da gider, ama öncelikle Rize’de yaşayan yoksul insanları, ayakları yalın çarşıya pazara giden Rizeli kadınları görür.

“Karadeniz onlar için bir besin kaynağı, ulaşım aracı ve umut yoluydu. Beslenmek için sadece hamsiden değil, Karadeniz’in suyundan da yararlanırlardı. Evlerinin altındaki ahırlarda beslenen inek ve yavrularının çorbası da deniz suyu ile hazırlanırdı. Kadınlar tıpkı hamsi almaya indiklerinde olduğu gibi bu defa ellerinde ve sırt sepetlerinde taşıdıkları bakır güğümleri denize daldırıp doldururlar ve yine kafile halinde tepeleri aşarak evlerine ulaşırlardı. Böylece, hayvanlarının tuz ihtiyacını para vererek satın almaktansa deniz suyu kullanmak suretiyle karşılama yolunu bulmuşlardı.”[7]  

Proje yok, ama pratik mükemmel.

PRATİK 2

SİNİR BOZUCU BİR PRATİK: ÇAY TOHUMLARINDAN YAĞ ÇIKARMA YANILGISI

Asım ZİHNİOĞLU sürekli projeler üretir ve uygular. Ama proje üretmeyi beceremeyen bürokrat ve siyasiler “Sineğin yağını çıkarmak” gibi projeler üretmeye çalışarak hiddetlenmemize neden olacak bir “Çay Yağı” projesi ortaya atarlar.

Asım ZİHNİOĞLU konusuna hakim birisidir ve verdiği cevaba bakalım.

“Bölge çaylıklarından çok miktarda tohum elde ediliyordu, bunlar ne olacaktı? “Bunlardan yağ çıkaralım” önerisi ortaya atıldı. Mevsim geç sonbahardı, o sırada Çay Kurumu Rize’de bir toplantı tertip etmiş, buna benim de katılmamı istemişti Toplantıda çay tohumlarından yağ çıkarma konusu gündemdeydi, fakat ortada bir sorun vardı. Çay tohumu yağında saponin denilen zararlı bir madde vardı; bunun yağdan ayırt edilmesi gerekirdi. Kurum bu maksatla TÜBİTAK’a başvurmuştu.

(…)

Yurt çaycılığının gereksiz müdahalelerle ve yapılan hatalarla bu hale düşmüş olduğunu görmek beni şaşırtmıştı.

Söz alarak, “Çaycılık mı yapacağız, yağcılık mı?” diye konuşmaya başladım. ”Yeryüzünde çay tohumu yağı diye bir üretim dalı bulunmadığını, böyle bir yağın ne yemeye ne de başka bir maksatla kullanılmaya elverişli olduğunu, örneğin ayçiçeği, mısır veya soya varken tatsız, lezzetsiz ve zararlı nitelikteki çay tohumu yağına kimsenin bakmayacağını, çay ziraatinde yaprak yerine tohum üretmeye yönelinirse çay bahçelerindeki yaprak veriminin kısa sürede sıfıra düşeceğini, zira tohumların fidan üzerinde gelişebilmesi için doğal olarak o fidanın bütün gücünü emeceğini, filiz ve sürgüne yetecek güç ve enerjinin fidanda yok  olacağını ileri sürdüm.”[8]

Proje sakat, pratiğe uygun değil.

ESİN KAYNAĞIMIZ: ZİHNİ DERİN

PROJE VE PRATİKLER

Burada Zihni DERİN’in kim olduğunu anlatmayacağız. O “Çay” ile anılır, onun adı çaya dem olur.

Malik AKSEL bir gün kukla oynatılan Gülhane Parkı’nda bir vatandaşla karşılaşır.

“-Sen nerelisin, ne yaparsın, işin ne adın ne? Sorularını sıraladıktan sonra,

-Ben Rizeliyim, çaycıyım dedi.

Ben de:

-Zihni beyi tanır mısın? dedim.

-Uy Zihni Hoca, nasıl tanımam, o bizim velinimetimizdir, o evliyadır, onu biz biliriz, memlekete çayı o getirdi.

-Başkalarına sordum bilmiyorlar, tanımıyorlar onu.

-Tanımaz onlar, çünkü yediği ekmeği inkar edenlerdir onlar. Biz onu tanırız, onu rahmetle anarız, efendi işte o kadar derim sana.”[9]

Yakınlarının ve tanıdıklarının söylediği şekliyle, Zihni Hoca ancak böyle anlatılır halkın dilinden.

Malik AKSEL’ den Zihni DERİN ve onun ZİHNİ SİNİR PROJELERİNİ aktarmalara devam edeceğiz. Ama önce Zihni Hoca hakkında kalem oynatan Recep KOYUNCU’ dan duyalım bu projeleri.

ZİHNİ DERİN’DEN ZİHNİ SİNİR PRATİKLER 1

RECEP KOYUNCU AKTARIMLARI[10]

“Sigarayı yalnız bir gün, o da geçirmekte olduğu nezlesine acaba iyi gelir mi? diye tüttürmüşlüğü vardır.”

(…)

“Şahsi teşebbüs tatbikatından olarak bizim mutfakta mürekkepler, zamklar, sabunlar yapılır,  deriler tabaklanır, bu arada don yağından tereyağı yapmanın bile imrenilip denendiği olurdu.”

(…)

“İlk çay atölyelerine yerleştirilecek ilk makinaları da o Ankara’ya geliş gidişlerinde Mamak Gaz Maskesi Fabrikasında ve Atatürk Orman Çiftliği tesislerinde, resimleri kendi çizdiği parçalar halinde döktürüp imal ettirir, o parçaları toparlayıp Rize’ye götürürdü.”

ZİHNİ DERİN’DEN ZİHNİ SİNİR PRATİKLER 2

MALİK AKSEL AKTARIMLARI[11]

Malik AKSEL Cumhuriyet kuşağı ressamlarındandır. Hayatının önemli bir bölümünde Ankara’da çalışmış ve bu sayede Zihni DERİN’i yakından tanıyabilmiştir.

Onun birçok eserinin yanında ANADOLU HALK RESİMLERİ kitabı çok özel bir yere sahiptir.

“Zihni Derin kimya öğretmeni. Ama, laboratuvarda neler öğretmeni değildir! Bir gün yanına aldığı Arnavut Mustafa adında poturlu iri yarı bahçıvanla bahçeyi dolaşır. Bahçıvan ellerini kavuşturup Zihni Derin’in emirlerini dinler. Nihayet bir yerde Zihni Derin duraklar ve bahçıvana: ‘Birkaç adam al burayı kaz’ der. Bahçıvan ‘Peki efendim’ diyerek işaret edilen yeri kazmaya başlar. Ankara’nın ilk artezyen kuyusu burada açılır.”

(…)

“O sıralarda her öğretmen bir konu üzerinde öğrencilere konferans verecektir. Bunun listesini de müdür öğretmenler odasına asmıştır. Sıra Zihni Derin’e gelir. Zihni Derin bu konferans için uzun bir hazırlık yapmıştır. Konferansın konusu tutumluluktur. Bunu türlü örneklerle anlatacaktır. Bir misal de elbise ütüsüdür. Bu aletin bir yıpratma aracı olduğunu, önce kumaşın havını döktüğünü anlatır, bir jiletle elli defa nasıl tıraş olunur bunu anlatır. Hafif ıslanmış kullanılmış bir jileti bardağa sokar bunu iki parmağı ile çevirerek biler. Daha buna benzer şeyler gösterir. Pancardan şeker çıkarır, ama bu şeker koyu renktedir. Çocuklar ‘Bunu kömürden mi çıkardı’ diye o işi alaya alırlar.

Sonra yağdan sabun yapar. Daha açıkçası, her şeyi elle tutulur gözle görülür hale sokar. Bu öğretmenin cepleri heybe gibidir. Kırda gördüğü bir otu, bir taşı veya sazı alır cebine atar sonradan, laboratuvarda inceler. Onun için incelenmeyecek bir şey yoktur. Gel gelelim, bunun bu davranışı herkesçe bir alay konusu olmuştur. Hatta öğrenciler arasında bile.”[12]

…/…

İrfan SAYAR Zihni DERİN Hocayla buluşup tanışsaydı belki de ortak “procelere de“ imza atarlardı.

Belki de Zihni Hoca henüz hayattayken bir araya geldiler, ama Hoca öldüğünde 14 yaşında olan İrfan SAYAR’ ın dağarcığında kim bilir neler vardı?

İrfan SAYAR’ın yarattığı tiplemedeki “Zihni” kelimesi bize hem Zihni DERİN’ i hem de onun sürekli bir zihinsel devinim, zihinsel pratik içinde olduğunu gösteriyor.

Her şey tesadüf olabilir mi? 

Yani diyeceğim şu ki, hep birileri vardı “biz buralarda yoğ iken.”

Bize bu pratikleri aktaranlardan aramızdan ayrılanların ruhları şad olsun. 

Ziraat Botanik Bahçesi’ndeki büstü

 

[1] İRGAN SAYAR-POROF ZİHNİ SİNİR PROCELER-TÜBİTAK POPÜLER BİLİM KİTAPLARI

[2] BEHİÇ ERKİN-HATIRAT 1876-1958-TÜRK TARİH KURUMU YAYINLARI

[3] BEHİÇ ERKİN, age

[4] ORHON KOLOĞLU-ARAP KAYMAKAM LİBYA’YA BAŞBAKAN OLAN TÜRK KAYMAKAMIN YAŞAM ÖYKÜSÜ-AYKIRI YAYINCILIK

[5] MAHMUT MAKAL-BİZİM KÖY-LİTERATÜR YAYINLARI

[6] MUZAFFER İLHAN ERDOST-ŞEMDİNLİ RÖPORTAJI-ONUR YAYINLARI

[7] ASIM ZİHNİOĞLU-BİR YEŞİLİN PEŞİNDE-TÜBİTAK POPÜLER BİLİM KİTAPLARI

[8] ASIM ZİHNİOĞLU, age

[9] MALİK AKSEL-İSTANBUL’UN ORTASI-KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINLARI

[10] RECEP KOYUNCU-BİLDİĞİNİ OKUYAN İMAM ZİHNİ-ÇINAR YAYINLARI

[11] MALİK AKSEL-İSTANBUL’UN ORTASI-KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINLARI

[12] MALİK AKSEL, age