Bandırma,16 Temmuz 2019, Salı
Balkan göçmeni olduğu her halinden belli olan orta yaşlardaki adamın biri Razgrad’tan otobüsle gelen kızını karşılıyor Çorlu otogarında, saat 22.00, 15 Temmuz.
Az sonra salalar veriliyor.
İsmet ÖZEL erken yazmış olmalı sanki o kült şiirini: Amentü
Ne sesin ne de ismin önemi kaldı.
Gelibolu’da feribota binmek için dar sokaklardan geçiyor koca otobüs.
Bir şey mi yanıyor, yoksa Gelibolu’nun havası mı kirli, zor nefes alıyorum güvertede, otobüsün içi daha iyi geliyor.
Saat 22.00’ de Çorlu’dan hareket eden otobüsüm 03.45’te Bandırma otogarına vardığında sadece kara sinekler ve gecenin o vaktinde vızıldayarak uçan sivri sinekler karşılıyor beni soğuk sayılabilecek bir havada.
Bir de nasıl olmuşsa, otogarın kapsına kadar gelip de kapısından içeri asla adım atmayan köpekler.
Bu köpekleri nasıl ve kim eğitti acaba?
Ah bir de onlara, daha az veya daha kontrollü yemek verebilselerdi, hepsi gövdelerini taşıyamayacak kadar ağırlaşmışlar.
…/…
Saat 04.40, saat 05.40, şehir içine kalkan Bandırma Belediye otobüsleri hareket etti.
Konforsuz, sert ve her yanı oynayan demir bir sandalyenin üzerinde uyuyor muyum, uyanık mıyım, arada boynum düşüyor.
Yok yok, hayır, sanki kabuslu bir rüyadan uyanıyorum.
Bir adam kuytuda katlanır bir vincin arkasına atmış kendini, zemin fayans döşeli ve adam ayakkabılarını başucuna yastık yapmış.
Mülteci olduğunu tahmin ettiğim esmer bir genç camdan yana kıvrılmış iki büklüm, o da fayans kaplı zeminde uyumaya çalışıyor. Siyah, fermuarlı, iri çantasını yastık yapmış başucuna, uyandığında boynu tutulmuş olacak zavallının.
Aç mı acaba bu esmer genç?
Uyandırsam mı onu?
Çorba ısmarlasam mı?
Ya bu saatte otogar lokantası açık değilse, ya evet, lokanta henüz açık değil.
Saat 06.30.
Ohh, nihayet lokanta açılmış.
Mercimek çorbasının dumanı üzerinde tütüyor.
Mülteci esmer genç kendini demir sandalyeye atmış, uyuyor.
Sadece bir kase,yeter.
Saat 06.40 Bandırma Belediye otobüsüne biniyorum.
Bu saatte önce geceden kalanlar var otobüste.
Otobüs hareket ediyor.
“Yeğenim, başını ağrıttım,” diyor Giresunlu olduğunu söyleyen Bandırma gecesinden kalma bir ihtiyar delikanlı şu kısacık OTOGAR-TCDD GAR arası yolculukta.
Otobüs eski gar binasının önünde duruyor. Başımı sola çeviriyorum, ne güzel bir yapı öyle.
“Banderma Ville” yazıyor Fransızca.
Burası Bandırma’ nın eski tren gar binası.
Güzelim bina terk edilmiş, daha doğrusu, TCDD hangi düşünceyle bu güzelim binadan çıkıp doldurdukları denize biraz daha yaklaşarak sözde yeni gar binası yapmış ve bu güzelim binayı da bir spor kulübüne kiraya vermiş.
Fransızca yazının yanında Arap harfleri ile Osmanlıcası yazılmış aynı yazının.
Eski gar binasını kiralayan spor kulübü tam sınırında da olsa, lütfedip bu güzel mermer levhayı kapatmamışlar.
Eski gar binasını Fransızlar yapmış, 1912 yılında.
Bu hat Bandırma – İzmir arasında çalıştırılmak üzere İzmir – Kasaba ve Temdidi Demiryolu Şirketi tarafından kurulmuş.
Burada geçen Kasaba lafı bugünkü Turgutlu’yu anlatıyor.
Temdidi lafı ise, uzantısı, uzatması anlamına geliyor.
1856 yılında Anadolu’ da ilk tren seferi Aydın-İzmir arasında başladığında amaç, Aydın’ ın dağlarından akan bal ile ovalarından akan yağı, öyle derler ya, ballı inciri, pamuğu, şeker kuru üzümü bir an önce İzmir’ e, limana oradan da Avrupa’ ya, Avrupa sofralarına ulaştırmaktı.
Anadolu’ da açılan ikinci hat olan Bandırma – İzmir hattının amacı ise, Balıkesir – Balya, Akhisar havalisinde bulunan madenleri İzmir limanına, oradan Avrupa sanayisine ulaştırmaktı.
Nitekim yıllarca Fransızlar tarafından Balıkesir – Balya’ da işletilen kurşun ve çinko yatakları bu hattın sınırları içindeydi.
Şimdi ise Balya kendi kaderine terk edilmiş ve her yanı açık kurşun atıkları ile ve çevreye zehir saçan görünümü ile ağlamaktadır.
…/…
Acıkırım. “Kayhan İpek Peynircilik” ne güne duruyor?
Bandırma dükkanları yeni açılıyor, saat 07.00
Tezgahta temiz yüzlü, orta yaşlarda, ince uzun, sarışın bir hanım duruyor.
“Yan dükkandan ekmek alsam, arasına peynir koyabilir misiniz?”
-Elbette, ama ekmek bizde de var.
Mahcup oluyorum, dükkanın dışına bakıp, dolaptan bir tam ekmek alıyorum.
Ortadan tam ikiye böldüğü ekmeğin iki yarısının arasına da peynir koyacak tezgahtaki kadın.
“Hangi peynirden?” diye sormuyor tezgahtaki kadın ve böyle bir soru sormasını da beklemiyorum kadından zaten.
Kadın ortadan ikiye kestiği ekmeğin iki yarımına da “kelle peyniri” koyuyor.
Buralarda sorulmadan alınan peynir, kelle peyniridir.
Su almayayım, ama susarsam, ona eş değer yoğurt alıyorum.
“DÖNCE DÖRT MEVSİM YOĞURDU”, yarım kiloluk bir kase alıyorum.
…/…
İsmet ÖZEL ne kadar da erken söylediyse, Abdullah YÜCE de o kadar geç seslendirdi beste ve güftesi Naci TEKTEL’ e ait o ölümsüz şarkıyı:
"Uzayıp Giden O Tren Yolları"
…/…
Manyas Gölü, bizim bildiğimiz haliyle Manyas Kuş Cenneti.
Yine bildik bir isim geliyor aklımıza, Kurt KOSWIG.
Türkiye’ de modern biyolojinin ve botaniğin babası sayılır.
Manyas Kuş Cenneti’nin bugünkü halini KOSWİG’ e borçluyuz.
Perslerin Anadolu işgal yıllarından kalma bir satraplık olan DASKALEION’ u da KOSWIG’ e borçlu olduğumuzu kaç kişi bilir, acaba?
Ya o güzel insan KOSWIG’ in bir başka güzel insan Ali DEMİRSOY’ un hocası olduğunu Yurt Gezilerimizden hatırlıyor muyuz? Manyas Kuş Cenneti sağımızda kalıyor, tren yavaş yavaş yol alıyor. Hava hafif yağışlı ve serin.
Gölü kendilerine yurt edinen göçmen kuşlar ortalıkta görünmüyor, belki de yeni yumurtadan çıkan yavrularını besliyorlar.
…/…
Bütün bunların bize yabancı olmadığı bir tren yolculuğunun daha başında bize yabancı olmayan bir isim karşılıyor beni bir sonraki istasyonda, gülümsüyorum:
AKSAKAL İSTASYONU